25 Eylül 2018
Fransa’da yaşayan Türk kadınlarının sorunlarını araştıran Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Arş. Gör. Seher Kalender Çetinkaya, göçmen kadınların şehirde kullandıkları kamusal mekânlar ve sosyalleşme biçimlerini anlamayı hedefleyen Türk Mahalleleri ve Kamusal Alan çalışması kapsamında yaptığı resimleri “Fransa’nın Solan Çiçekleri” sergisinde bir araya getirdi.
Seher Kalender Çetinkaya’nın Bordeaux Pey-Berland Meydanı’ndaki O Marie&Annie adlı galeri-kafedeki sergisi, Türkiye’nin Bordeaux Başkonsolosu Cem Kahyaoğlu tarafından 10 Eylül’de açıldı.
Çalışmalarını kent sosyolojisi alanında yürüten Çetinkaya, mekânı ve insanı birlikte ele aldığı Türk Mahalleleri ve Kamusal Alan çalışmasında Bordeaux ve Strasbourg’da yaşayan Türk kadınlarının sosyalleşme imkânlarını ve yaşadıkları sıkıntıları tespit etmeye çalıştı. Araştırmada erkeklerin ve çocukların sosyal hayata adapte olmalarının aksine Türk kadınlarının yaşadıkları şehirden ve şehrin sosyalliğinden uzakta bir yaşantıları olduğu sonucuna ulaşan Çetinkaya, kadınların yaşadıkları mahallelerden neredeyse hiç çıkmadan yaşamlarını sürdürdüklerini söylüyor. Fransa’daki Türk kadınlarının sıkıntılı hallerini solmuş çiçekler olarak tuvale yansıtan mimar Çetinkaya, sergiyi salt sanatsal bir faaliyet olarak değil, göçmen Türk kadınlarının meramını anlatmada bir araç olarak düzenlediğini ifade etti. Çetinkaya, hem çalışmasına hem de sergiye dair sorularımızı yanıtladı.
Erkekler sosyal hayatın içinde kadınlarsa dışında
Fransa’da yürüttüğünüz çalışmadan bahseder misiniz? Bu çalışma nasıl ortaya çıktı?
Bu sene başında Strasbourg Belediyesi kent politikalarından sorumlu birim başkanı tarafından Fransa’ya davet edildim. Türk Mahalleleri ve Kamusal Alan başlığı altında bir çalışma yürütme amacı ile Fransa’da bulunuyorum. Çalışmanın henüz başlarında Strazburg’dakine benzer şekilde Türklerin bir arada yaşadığı mahallelerin bulunduğu Bordeaux şehrinde bulunmaktaydım. Buradaki Türkler ile mülakatlar yaparak konu hakkında ilk çalışmalara başlamış oldum. İlk mülakatlar Fransa’da var olan dernekleri, Türklerin bir araya gelme biçimlerini anlamama yardımcı oldu. Bu mülakatlar, erkeklerin kendilerine sosyal bir hayat kurduklarını ancak kadınlar için aynı şartların geçerli olmadığını gösteriyordu. Bu ilk izlenimler, önceden edindiğim tecrübeleri destekler nitelikteydi. Her ne kadar resmiyette bu konu hakkında çalışmaya bu yıl itibarıyla başlamış olsam da Avrupa’da yaşayan Türkler ile tanışıklığım yıllar önce başladı. Mesela henüz bir lisans öğrencisiyken staj yapmak için gittiğim Almanya’da ev arkadaşım eşinden şiddet görmüş bir Türk kadınıydı. Onun ayakta kalma mücadelesine uzun yıllar birebir şahit oldum. Almanya’daki Türk mahallelerinde sosyal hayatı o yıllarda gözlemleyebilmiştim. Londra’da kaldığım bir yıl boyunca karşılaştığım Türk kadınlarının hikâyeleri de ilginçti. Yıllar önce işçi olarak gittikleri yerlerden dönemeyip oralarda kalan çocukları ile bağları kopmuş, yalnız başlarına hayatlarını sürdürmeye çalışan çok sayıda yaşlı kadın ile karşılaştım mesela. Tüm bu tecrübeler ve mülakatlardan elde ettiğim veriler çalışmayı kadınlar üzerine odaklamamı sağladı.
Hangi şehirlerde çalışma devam ediyor?
Paris gibi bir metropol kentte Türklerin gruplaşma biçimleri daha farklı ama metropol olmayan şehirlerde Türklerin yaşadıkları mahalleler mevcut. Seçtiğim şehirler daha çok bu tip mahallelerin bulunduğu şehirler. Şu aşamada Strasbourg ve Bordeaux’da anket çalışması sürüyor. Benzer mahallelerin bulunduğu Lyon’da da başlayacak.
“Koca bir dünyada bir başıma yaşar gibiyim”
Kadınların sıkıntılarına dair ilk izlenimleriniz nedir?
Sorunların her birini burada dile getirmek mümkün olmasa da aile kurumunu derinden sarsan sorunlardan bahsederek başlayabilirim. Türklerin yaşadıkları mahalleler şehir merkezinden uzakta. Kadınların şehirden ve şehrin sosyalliğinden uzakta bir yaşantıları var. Yaşadıkları mahallelerden neredeyse hiç çıkmadan yaşamlarını sürdürüyorlar. Mahallede ise Türkiye’de olandan çok farklı bir mahalle baskısı var. Bu baskı da kadınların hareket alanını kısıtlıyor. Kadınlar böyle bir baskı ile yaşarken erkekler şehrin ve sosyal hayatın içerisinde, çocuklar da okul ile birlikte Fransa’ya adapte olmaya başlıyor. Bu durum evde hem eşler arasında hem anne ve çocuklar arasında iletişim kopukluğuna ve çatışmalara sebep oluyor. Sonra ithal gelinlerin yaşadıkları sıkıntılar var. Kendilerine “ithal gelin” diyorlar. Türkiye’de büyümüş ve Fransa’ya evlenerek gelmiş kadınlar bunlar. Türkiye’de daha rahat ve özgür bir hayata sahipken birden bire kendilerini, dilini bile konuşamadıkları bir yerde bulmuşlar. Bir ithal gelin; “kendimi bir sarayın içerisinde bir kafeste yaşıyor gibi hissediyorum” demişti. Bir diğeri “koca bir dünyada bir başıma yaşar gibiyim” diye anlatıyordu hissettiklerini. Tabi bu mahalle içinde yaşanan sıkıntılar, bir de şehrin asıl sakinleri tarafından kabullenilmeme durumu var ki bu konu başlı başına büyük bir sorun.
Araştırma neticesinde kadınların sosyal hayata katılımı konusunda neler yapmayı planlıyorsunuz?
Araştırma henüz tamamlanmış değil ancak elde edilen ilk veriler doğrultusunda kadınların sorunlarına dair çözümler neler olabilir diye ister istemez düşünmeye başladım. Kadınların şehirde sosyal hayata dâhil olmasını sağlayacak aynı zamanda kendi kültürlerini şehrin sakinleri ile paylaşabilecekleri bir platform fikri ortaya çıktı. Bu projeyi gerçekleştirmek için görüşmelere başladık.
Sergi fikri nasıl doğdu? Araştırmanıza dikkat çekmek için bir destekleyici olarak görebilir miyiz?
Evet, sergiyi yapış amacımız bu konuyu gündeme getirmek ve böylece projeyi hayata geçirebilmek. Salt sanatsal bir faaliyet olarak sergiyi açmıyoruz. “Fransa’nın Solan Çiçekleri” sergisi de göçmen Türk kadınlarının meramını anlatmamızda bir araç. Bu solan çiçekleri nasıl çizmeye başladığımı sorarsanız şöyle açıklayabilirim. Biz evladını yerleştireceği mezarın bile güzel olmasını isteyen bir peygamberin ümmetiyiz. Peygamber her şeyi güzel yapmayı öğütlüyor bizlere. Mekânın güzelliği de onda yaşayan insanların güzelleşmesine vesile oluyor. Güzel düşünceler ve güzel hisler ortaya çıkarıyor. Bu yıl Fransa’da bulunduğumuz şehir de tefekküre vesile olabilecek güzellikte bir şehirdi. Her gün üniversiteye giderken içinden geçip gittiğimiz parklar dinginliğe ve düşünmeye kapılar açan güzellikte mekânlardı. İnsan biriken duygu ve düşünceyi ya yazarak ya çizerek bir şekilde dışa vurmak istiyor. Ben bir taraftan gördüğüm güzellikleri resmetmeye başladım. Ancak zihnimin bir köşesinde de belki bir gün önce konuştuğunuz bir Türk kadınının sıkıntıları da mevcut olunca bu sıkıntılı haller solmuş çiçekler olarak tuvale yansıdı. Sonra neden bunu projemizi anlatmak için bir sergiye dönüştürmeyelim dedim ve böylece “Fransa’nın Solan Çiçekleri” sergisi ortaya çıktı.
Serginin projenize nasıl bir katkısı olacak?
Öncelikle konunun duyulmasını sağladı. Bugün burada bu röportajı yapıyorsak ve Fransa’da yaşayan Türk kadınlarının sıkıntılarından bahsediyorsak bunu bize sağlayan “Fransa’nın Solan Çiçekleri” sergisi oldu. Aynı şekilde yaşadığımız şehirde konu gündeme geldi. Sergi mekânını özellikle şehir merkezinde, hemen belediye binasının yanında, iki Fransız kadının işlettiği bir mekân olarak seçtik. Sergi böylece Fransız ve Türk kadınlarının bir araya gelmesinde bir küçük adım atmamızı da sağlayacak.
Kadınların yaşadıkları yer ile bağını ortaya koyan başka çalışmalarınız olacak mı? Benzer bir çalışmayı Türkiye’de yapmayı düşünüyor musunuz?
Aslında bu konu yalnızca Fransa’da yaşayan Türk kadınlarının sorunu değil, evet Avrupa’da yaşayan Türk kadınlarının da sorunu ama yalnızca buna da indirgememiz doğru olmayacaktır. Bu ötekileştirmeye maruz kalan herkesin sorunu. Önerdiğim proje aslında toplumu bir araya getirmeyi hedefleyen, ötekileştirmeye karşı duran bir proje. Böyle bir perspektifle konuyu ele aldığınızda bu çalışmanın Strazburg’da, Köln’de ya da İstanbul’da mekân ayırt etmeden her yerde bir karşılığı olduğunu görebiliriz. Misal Türkiye’de yaşayan Suriyeli kadınlar da bu çalışmanın bir parçası olabilir ya da Türkiye’de yaşayan Türk kadınları da.
Son olarak akademik çalışmalarınızı yürütürken neleri önceliyorsunuz?
Ben çalışmalarımı kent sosyolojisi alanında yürütmekteyim. Bu alan farklı disiplinlerin bir araya gelerek çalışması gereken bir niteliğe sahip. Çünkü şehir canlı bir organizma gibi, politik, ekonomik, sosyal olaylardan etkilenmekte, değişip dönüşmekte ama aynı zamanda içinde yaşayan toplumları da dönüştürmektedir. Bu dönüşüm bir sarmal gibi devam edip gitmektedir. Dolayısıyla şehri anlamak için yalnızca fiziksel mekâna bakmak ya da yalnızca ekonomi veya politika üzerinden olup biteni yorumlamak doğru olmayacaktır. Ben bu nedenle mimarlık ve sosyoloji arasında duran bir yerden şehri anlamayı seçtim. Mekânı ve insanı birlikte ele alıyorum. Fransa’da yürüttüğüm Türk Mahalleleri ve Kamusal Alan çalışmasını da bu perspektifle ele alıyorum.
Röportaj: Kübra Erten – Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü