7 Mayıs 2019
Her yıl farklı bir temayla düzenlenen “Vakıf Haftası”, bu yıl “Vakıf Medeniyetinde Ramazan Ayı” temasıyla 6-12 Mayıs tarihleri arasında çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi de 36. Vakıf Haftası kutlamalarına katılarak, “Vakıf Medeniyetinde Ramazan Ayı” paneline ev sahipliği yaptı.
Üniversitemiz ile İstanbul Vakıflar I. ve II. Bölge Müdürlükleri iş birliğiyle gerçekleştirilen panelin açılışında konuşan Rektörümüz Prof. Dr. M. Fatih Andı, varlık, zaman ve mekân kavramları üzerinden ramazan ayının önemine temas ederek, “Ramazanın, içinde bulunduğumuz zamanda en önemli misyonu, bize ait olan bir zamanı tekrar tekrar ilahi bir bağış gibi hatırlatmasıdır. Onun için hayatımızı alışkın olduğumuz tempo içerisinde altüst eder. Bize; varlığa ve hayata bambaşka bir pencereden bakmanın da bize ait olan sahih değerlerin penceresinden bakmanın da mümkün olduğunu bir aşı gibi aşılar.” dedi.
Ramazanı mekânsal bağlamda idrak etmede ise vakıf eserlerinin ve vakıf zihniyetinin büyük etkisi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Andı, “Ramazan ve mekân ilişkisinin medeniyetimiz içerisinde dört başı mamur yaşanmış ortamlarının adı vakıf eserleridir, vakıf zihniyetidir. Vakıf ve ramazan, kendi dünyamızın içerisinden idrak ettiğimiz varlığı yorumlama biçimimizin, medeniyetin ruhu kabul edeceğimiz vakıf ruhu etrafında, ramazan içerisinde yeniden idrak edilmesidir. Bu açıdan bu yılın temasının Vakıf Medeniyetinde Ramazan Ayı olarak belirlenmesinin çok sarsıcı, çok bilinç aşılayıcı olduğunu düşünüyorum.” değerlendirmesinde bulundu.
“Vakıflar yoluyla toplumun her kesimine ulaşılmıştır”
Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul I. Bölge Müdürü Mürsel Sarı, bu yıl 36’ncısı kutlanan Vakıf Haftası’nın 2006’dan beri ayrı bir tema ile kutlandığını, bu yıl ise ramazan ayının birinci gününe denk gelmesi nedeniyle “Vakıf Medeniyetinde Ramazan Ayı” temasını belirlediklerini ifade etti.
Bireysel çalışma ve gayretlerle elde edilen gelirin ve mülkün, sadece Allah’ın rızasını kazanmak adına, ebedi olarak kamu yararına vakfedilmesiyle vakıfların oluştuğunu söyleyen Sarı, “Osmanlı döneminde devletin uzanamadığı her alana vakıflar yoluyla hizmet götürülmüştür. Güvenlik ve adalet dışındaki, bugün belediyelerin yaptığı birçok hizmeti vakıflar yapmıştır. Bu anlamda vakıf yoluyla toplumun her kesiminden ihtiyaç sahibine ulaşılmıştır. Vakıflar, ramazan orucu ve bu maneviyatla beslenen ramazan ayı özelinde medeniyetimizde belirgin bir yere sahiptir.” diye konuştu.
Kurucu Rektörümüz ve Edebiyat Fakültemiz Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa Duman’ın oturum başkanlığında düzenlenen panelde konuşan Prof. Dr. Saadettin Ökten, farklı mekânlarda farklı ramazanlar yaşadığını belirterek, İstanbul’da idrak ettiği ramazanların kendisi için ayrı bir anlam taşıdığını söyledi.
“Vakıflar hayatın her noktasına dokunuyor”
Tarihi Yarımada’da geçen çocukluğunun ramazanlarını hasretle andığını dile getiren Prof. Dr. Ökten, “Tarihi Yarımada deyince de karşıma muhteşem bir vakıf organizasyonu çıkıyor. Fetihle başlayan bu organizasyon 250 sene devam etti. Bu şehirde, 10 tane sultan külliyesi bulunuyor. Külliye o zamanki toplumda hayatın her noktasına dokunan ve her sınıftan insana hitap eden bir yapılanmaydı. Vakıfların arkasında ise çok ciddi bir akar vardı. İnsanlar maddi güçlerini tarlaya, binaya bağlayarak büyük bir gelir elde ediyorlar ve bu geliri hizmet için kurulan o külliyenin masraflarına tahsis ediyorlardı. Bu yapılanmanın devam edebilmesi için arkasında bir zihniyetin olması lazım. Bu zihniyet de bir vakıf senediyle tescil edilmişti. O vakıf senedinin müeyyidesi ise Allah’ın inayeti ve rızasından mahrum olmaktı.” ifadelerini kullandı.
İstanbul’un fetihten sonra İslâm dünyasının simge şehri haline geldiğini ve bunun vakıf medeniyeti sayesinde olduğunu belirten Ökten şöyle devam etti:
“Bu şehir önce bir Latin şehri, sonra bir Ortodoks Rum şehri oldu. Fetihle birlikte ise 250 yıllık bir zamanda 10 külliyeyle Müslüman şehrine dönüştürüldü. Bu sadece parayla olmadı, belli bir zihniyet ve o zihniyeti ayakta tutan eylemler bütünüyle ortaya çıktı. Bugün tekrar böyle bir zihniyeti diriltebilir miyiz? Bugün yeni yapılan camilerimiz var. Hepsini saygıyla karşılıyorum ama biz daha külliye inşa edemedik. Biz, bu camilerle bütün insanlara dokunamıyoruz ama eskiden böyle değildi. Camilerin sebili, haziresi, imareti var mı? Bütün bunlar eskiden külliyelerde vardı ve herkese dokunuyordu. Vakıf öyle bir hizmet aşkı ve şevki ki bu külliyeler toplumun bütün insanlarına hiçbir şey beklemeden hizmet ediyor ve zerre kadar devlete yük olmuyor.”
"Ramazanda mani geleneği vakıf organizasyonuydu"
Edebiyatımızda ramazan manileri hakkında bilgi veren Üniversitemiz Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nihat Öztoprak, Osmanlı döneminde vakıfların organize ettiği bir faaliyet olarak bekçilerin ramazanda davulcu eşliğinde mani söylemelerinin, ramazan ayının önemli bir parçası olduğunu dile getirdi.
Ramazan davulcularının insanları sahura kaldırmak için mani okuduklarını söyleyen Öztoprak, “Maniler ne yazık ki günümüzde devam etmeyen bir gelenek. Ama Osmanlı’da özellikle İstanbul’da hem davulcular hem de bekçiler ramazan manileri okumakla tanınırdı. Ramazan boyunca ilk geceden itibaren son geceye kadar maniler okunurdu. Bekçi, sahur vaktinin yatma değil ibadet vakti olduğunu hatırlatarak insanları uyandırırdı. 15’ine kadar merhaba ramazan şeklinde maniler okunurken 15 günden sonra manilerin içeriği değişirdi. Bu manilerin bir kısmında ise mizah hâkimdi. Manilerin hem düşündüren hem de güldüren bir yanı vardı.” dedi.
“İmaretler bacası sönmeyen yerlerdi”
İmaretlerde ramazan hizmetlerini anlatan Üniversitemiz Hukuk Fakültesi öğretim elemanlarından Dr. Öğr. Üyesi Eyüp Sabri Kala ise imaret denince akla çorba kazanlarının geldiğini söyleyerek, “20. yüzyılın başlarında İstanbul’da 20 imaret vardı. İttihat Terakki Dönemi’nde bir kanunla 18’i kapatılıyor, 2’si kalıyor. 2 yıl sonra 4 imaretin tekrar açılmasına karar veriliyor. Fatih Külliyesi’ndeki imareti, İstanbul’un ilk imareti olarak söyleyebiliriz. Beyazıt Külliyesi de yine imaretiyle birlikte hizmet veren önemli külliyelerden bir tanesiydi. Hayat, bu külliyeler etrafında şekillenirdi. Bu imaretler bacası sönmeyen yerlerdi.” ifadelerini kullandı.
Bugün imaret olarak faaliyetini devam ettiren tek yerin Mihrişah Valide Sultan Külliyesi imareti olduğuna dikkati çeken Kala, imaretin Osmanlı dönemindeki ramazan menüsünden de söz etti. Normal zamanlarda çorba, pilav ve zerdeden oluşan menünün ramazanla birlikte zenginleştiğini, nohut, koyun eti, soğanlı pilav ve ardından zerde tatlısı ikram edildiğini dile getirdi.
Panelin son konuşmacısı Vakıflar Genel Müdürlüğünden Mevlüt Çam da vakıflarda ramazan hizmetlerine değinerek, vakıfların bir iyilik ve merhamet hareketi olmasının yanında bir medeniyet tasavvuru da olduğunu ifade etti.
Vakıfların sayısız hizmet alanı içerisinde ramazan hizmetlerinin ayrı bir yeri olduğunu kaydeden Çam, “Ramazan hem ibadetleri içinde barındıran bir mağfiret ayı hem de hilalin görünmesiyle başlayan geleneklerin oluştuğu bir ay. Ramazan boyunca cami, minare, çeşme ve şadırvanlarda sahur sonrasına kadar kandil yakılır, camilerde temcit, gazel, naat okutulur, teravih sonrası ikramlarda bulunulur, Kadir Gecesi alayları düzenlenir, yoksullara, yetimlere, öğrencilere yemek ikramında bulunulur, mahallelerdeki yoksul insanlar baştan aşağı giydirilirdi.” dedi.
Panele, Mütevelli Heyet Başkanımız İsmail Gerçek, Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Fahameddin Başar, Genel Sekterimiz Alim Türkyılmaz ve çok sayıda davetli katıldı.